|
Gerici
Kim?
Canavarlarla
dolu bir ormandayız.
Yolumuzu hayaletler
kesiyor. Tanımadığımız
bir dünya bu. İthal
malı mefhumların
kaypak ve karanlık dünyası.
Gerçek, kelimelerin
arkasında kayboluyor.
Ne
güzel tarif; “Gerici:
Bir toplumun gelişmesini
sağlayacak hiçbir
yeniliği istemeyen, her
yönüyle eskiyi özleyen
ve eski düzeni
getirmeye çalışan
(kimse)” (Meydan –
Larousse). Tarifin tek
kusuru bu ucûbenin
hangi çağda, hangi ülkede
yaşadığını söylememesi.
Murdar
bir hâl’den muhteşem
bir maziye kanatlanmak
gericilikse, her namuslu
insan gericidir.
4.
Murad’a, Süleyman
devrine dön! Diye haykıran
Koçi Bey, Reşit Paşa’ya
kadar Osmanlı
Devleti’nin bütün ıslahatçıları
gerici. Dante, yaşadığı
çağdan iğrenir.
Balzac eserini iki ezelî
hakikatin ışığında
yazar: Kilise ve krallık.
Dostoyevski maziye âşık.
Dante gerici, Balzac
gerici, Dostoyevski
gerici!
Gerici,
ilerici... Düşünce hürriyeti
bu mülevves kelimelerin
esaretinden kurtulmakla
başlar, düşünce hürriyeti
ve düşünce namusu.
(Bu
Ülke S. 73)
Sen
Bir Az - Gelişmişsin
Kıt’aları
ipek bir kumaş gibi
keser biçerdik.
Kelleler damlardı kılıcımızdan.
Bir biz vardık cihanda,
bir de küffar...
Zafer
sabahlarını kovalayan
bozgun akşamları. İhtiyar
dev, mazideki ihtişamından
utanır oldu. Sonra utanç,
unutkanlığa bıraktı
yerini, “Ben Avrupalıyım”
demeğe başladı,
“Asya bir cüzzamlılar
diyarıdır.”
Avrupalı
dostları, acıyarak
baktılar ihtiyara, ve
kulağına: “Hayır
delikanlı”, diye fısıldadılar,
“sen bir az – gelişmişsin.”
Ve
Hıristiyan Batı’nın
göğsümüze iliştirdiği
bu idam yaftasını, bir
“nişân-ı zîşân”
gibi gururla benimsedi
aydınlarımız.
(Bu
Ülke S. 84)
Dergi,
Hür Tefekkürün Kalesi
...
Kitap,
istikbale yollanan
mektup... smokin giyen
heyecan, mumyalanan
tefekkür. Kitap ve
gazete... biri zamanın
dışındadır, öteki
“an”ın kendisi.
Kitap, beraber yaşar
sizinle, beraber büyür.
Gazete, okununca biter.
Kitap
fazla ciddi, gazete
fazla sorumsuz. Dergi, hür
tefekkürün kalesi.
Belki serseri ama taze
ve sıcak bir tefekkür.
Kitap, çok defa tek
insanın eseri, tek düşüncenin
yankısı; dergi bir zekâlar
topluluğunun. Bir
neslin vasiyetnamesidir
dergi; vasiyetnamesi,
daha doğrusu mesajı.
Kapanan her dergi,
kaybedilen bir savaş,
hezimet veya intihar.
...
(Bu Ülke
- S. 87)
Asâletini
Kaybeden İrfan
İrfanı
hisarla kuşatmış Doğu,
mâbede bezirgân sokmamış.
Yıllarca davar gütmüş,
odun taşımış çömez...
Meş’aleyi çetin
imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar
eline. “Emanetleri
ehline tevdi ediniz.”
demiş din.
...
Asırlar
geçti, birer birer söndü
meş’aleler. İrfan asâletini
kaybetti. Hafızaya çakıl
taşı gibi saplanan
bilgi kırıntılarına
yeni bir ad bulduk: Kültür.
Genç kuşaklar, Batı’nın
bit pazarlarından ithal
edilmiş bu hazır
elbiselere küçümseyerek
bakıyor. Hoca öğretmen
oldu, talebe öğrenci.
Öğretmen ne demek? Ne
soğuk, ne haysiyetsiz,
ne çirkin kelime. Hoca
öğretmez, yetiştirir,
aydınlatır, yaratır.
Öğrenci ne demek?
Talebe isteyendir;
isteyen, arayan,
susayan.
(Bu
Ülke - S. 86)
Divan
Edebiyatında Roman
Divan
Edebiyatı’nda roman yok. Niçin olsun?
Batı’nın
ilk romanlarından biri “Topal Şeytan”. Kahraman, evlerin damını
açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren
bir ifşâdır. Osmanlı’nın ne yaraları vardır, ne yaralarını
teşhir etmek hastalığı. Hikayeleri ya bir cengâveri ebedîleştirir,
ya “hisse alınacak bir kıssa”dır.
...
Başka
bir tabirle, bu edebi nevi bir buhranın, bir uyuşmazlığın,
reelle ideal arasındaki bir nispetsizliğin çocuğu. İçtimâî
bir sıhhatsizlik, hiç değilse bir tedirginlik alâmeti. Sınıf
kavgalarıyla sahneye çıkışı bundan. İnanan bir toplumda, pürüzleri
yok etmiş bir toplumda, hayalî çözüm yolları aramaya ihtiyaç
duymayan bir toplumda romanın ne işi var?
...
(Bu
Ülke - S. 97)
İnananlar
Kardeştir
Bu
ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline
getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla
ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en
mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir.
Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Türk’ü,
Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir
inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp,
beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa
kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan
Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin
ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.
(Bu
Ülke - S. 142)
|