İletişim ÇınarWEB Çınar Bilgisayar Editör Ana Sayfa

 

Ana Sayfa
Editör'den
Altın Levhalar
Posta Kutusu
Sayha Sohbet
Düşünce
Kayseri Yazıları
Kayseri Resimleri
Şiir & Şair
Hikâye
Sayha Tarihi
İletişim
Ustalardan
Anket
Linkler

Recep Tayyip Erdoğan'a Açık Mektup - Hakan Albayrak

     NTV’deki Seçim Meydanı programında “Amerika’nın Irak halkını diktatörlükten kurtarma hassasiyetini paylaşıyoruz” gibi şeyler söylediniz.

     Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, başını iki elinin arasına almış, dirseklerini çalışma masasına dayamış, “Ne yapsak, nasıl etsek de şu zavallı Irak halkını diktatörlükten kurtarsak?” diye kara kara düşünüyor; öyle mi?

     Buna inanıyor olamazsınız!

     Amerikalılar, 1991 yılındaki Körfez Harekâtı’nda Saddam Hüseyin’i devirmeye teşebbüs etmemiş ve Iraklı rejim muhaliflerinin bu yöndeki gayretlerine de destek vermemişlerdi; çünkü “Irak liderinin günahları ne kadar büyük olursa olsun, ülkesinde istikrarı korumak suretiyle Batı’ya sunacağı hizmet, zulmü altında inleyenlerin iktidarı ele geçirmeleri durumunda Batı’ya sunabilecekleri hizmetten daha fazla” idi. (Alan Cowell, New York Times, 11 Nisan 1991).

     El Ahram gazetesinin köşe yazarlarından Selahaddin Hafız, o günlerde, “Saddam’ın asileri Batı’nın koruyucu şemsiyesi altında tepelediğini, (...) Amerika’nın Saddam için sıkça kullandığı ‘vahşi hayvan’ sıfatının gerçekleri örtme amacına yönelik bir söylemden başka bir şey olmadığını, amacın Irak’ı bir terzi edasıyla kesip biçip ABD’nin çıkarlarına uygun bir büyüklüğe getirmek olduğunu, Batı’nın yüzü hiç ama hiç kızarmadan bu ‘vahşi hayvan’ ile işbirliğine gidip Irak’ta özgürlük ile, demokrasi ile, gelişme ile -ki bunlar ne kadar zayıf olursa olsun- ilgili umutların tamamının köküne kibrit suyu ektiğini” yazıyordu. (Noam Chomsky, Demokrasi - Gerçek ve Hayal, Pınar Yayınları 2001)

     ABD eski başkanlarından Richard Nixon’ın bir beyanatı, Selahaddin Hafız’ın iddialarını doğrular nitelikte:

     “Biz oraya (Irak’a) demokrasiyi müdafaa etmek için gitmiyoruz, çünkü Kuveyt demokratik bir ülke değildir ve o bölgede demokrasi ile idare edilen bir ülke de yok. Biz oraya bir diktatörlüğü yıkmak için gitmiyoruz, aksi takdirde Suriye’ye de gitmemiz gerekirdi. Biz oraya milletlerarası bir meşruiyeti savunmak için de gitmiyoruz. Biz oraya gidiyoruz ve bizim oraya gitmemiz lazım, zira bizim hayatî menfaatlerimize dokunulmasına müsaade etmeyiz.” (Roger Garaudy, Amerikan Efsanesi, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2002)

     Irak halkı Amerika’nın umurunda değil Tayyip Bey.

     Saddam Hüseyin bu sefer gerçekten devrilse de inanmyın Amerika’nın yalanlarına.

     Dün dündür, bugün bugündür ve 1. Körfez Harekâtı’nda Sadam’ın devrilmemesi nasıl Amerika’nın çıkarlarının gereği idiyse 2. Körfez Harekâtı’nda Saddam’ın devrilmesi de Amerika’nın çıkarlarının gereği olacaktır.

     “Diktatörlükle mücadele”, “özgürlük ve demokrasi”, “Irak halkının insanca yaşama hakkı” filan hikaye!

     11 yıldır devam eden ambargo, uluslararası kuruluşların raporlarına göre 1 milyonu aşkın Iraklı’nın hayatına mâl oldu... Her ay 5 bin Iraklı yetersiz beslenme ve tıbbi malzeme eksikliği yüzünden ölüyor... Kılı kıpırdıyor mu Amerika’nın?

     Madeline Albright, Irak halkına ödetilen bedeli ağır bulup bulmadığını soran bir gazeteciye, “Gözettiğimiz hedefle kıyaslandığında bu bedel ağır sayılmaz” demişti.

     Amerika’ya bir dahaki gidişinizde Albright’ı bulmanızı ve o’na sormanızı rica ediyorum:

     “1 milyon masum Iraklı’yı hunharca katletmenizi mazur gösterecek kadar ulvi olan gâyeniz nedir acaba?”

     Irak halkının maruz kaldığı zulmü bertaraf etmekten bahsedenler, Irak halkının kendisini bertaraf ediyorlar!

     Ambargonun denetiminden sorumlu bir BM yetkilisinin de itiraf ettiği gibi; “Irak ambargosu bir soykırımıdır.”

     Siz bu soykırımına dikkat çekip Amerika’yı kınamayacaksanız  niye varsınız Tayyip Bey?

     Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “Adalet”i ne işe yarıyor?

     “Kahrolsun Amerika” söylemini çocukça bulduğunuzu söylüyorsunuz...

     Bu söylemin alternatifi, Amerikan emperyalizmini şirin göstermek midir?

     “Canım, Amerika’nın ne mal olduğunu biz de biliyoruz, fakat iktidar yolunda ayağımıza çelme takmasın diye Amerika’yı hoş tutmamız lazım” diyebilirsiniz...

     Dikkat!

     İşkenceye dayanamayıp polisin istediği bilgileri vermeye başlayan militanların konuştukça açılmaları ve işkencecilerden “aferin” aldıkça iyice çözülerek sorulmayanı da söylemeleri sıkça rastlanan bir durummuş...

     İtirafçı militanlara dönmeyelim Tayyip Bey!

     Çözülmeyelim!

     Irak’ı sorduklarında Amerika’yı, ekonomik krizi sorduklarında İMF’yi, işçi haklarını sorduklarında işverenleri rahatlatacak mesajlar vermeniz beni endişelendiriyor.

     “Mazlumlar nasılsa çantada keklik; biz zalimleri hoş tutmaya bakalım” mı diyorsunuz?

     Demeyin!

Onlara elinizi kaptırırsanız kolunuzu kurtaramazsınız.

Fincancı katırlarını ürkütmeyelim derken o katırlar tarafından ezilip geçilmek de var.

     Maziden ders alın, ama “dersini almış çocuk” gibi davranmayın.

     Sütten ağzınız ne kadar yanmış olursa olsun, buz gibi yoğurdu üfleyerek yemeniz abestir.

      İtidali abartmayın!

     “Realpolitik”i abartmayın!

     İdealizmi realizme, meşruiyeti legaliteye kurban etmeden de siyaset yapabilirsiniz.

     Bunun bir yolunu bulamıyorsanız siyaseti hemen bırakın!

     Aydın Doğan’a güven vereceksiniz, İMF’ye güven vereceksiniz, Amerika’ya güven vereceksiniz, ama yine de bizim umudumuz olacaksınız... Mümkün mü bu?

     Verdiğiniz güveni boşa çıkarmanıza müsaade ederler mi?

     Daha muhalefetteyken bu kadar taviz veren bir parti, iktidara geldiğinde hangi baskıya direnecek?

     Sahi, siz iktidara geldiğinizde ne yapmayı düşünüyorsunuz?

     Parti programınıza ve beyanatlarınıza bakıyorum, mevcut dünya düzeni ile esaslı bir derdiniz yok.

     AKP’li arkadaşların özel sohbetlerde anlattıkları da parti programı ve beyanatlardan farkı değil.

     “Demokrasi, insan hakları, Avrupa Birliği, küreselleşme” diyor, başka bir şey demiyorlar.

     Niye ANAP değil de AKP? sorusunun cevabını bulamıyorum.

     Farklı bir felsefe vâzetmediğinize ve kapılarınızın ahlaksızlara, rantiyecilere, üçkağıtçılara sımsıkı kapalı olduğu da söylenemeyeceğine göre, nedir sizin ‘mânâ ve ehemmiyet’iniz?

     Üç yıl önce şöyle bir yazı yazmıştım:

     “27 Mart 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Tayyip Erdoğan, kısa sürede milletin kalbine girdi. Nasılını sorarsanız, ‘Doğrusu tam olarak bilmiyorum’ derim. Çok iyi bir belediye başkanıydı ‘Tayyip’. İstanbulluların teveccühünü bununla izah ettik diyelim; Balıkesirlilerin, Kayserililerin, Urfalıların ‘Tayyip’çiliğine ne demeli? Sansasyonel bir Türkiye modeli filan geliştirmediğine, retoriği en parlak ve en sağlam siyasetçimiz de olmadığına göre, nedir vatan sathındaki bu ‘Tayyip’ sevgisinin sırrı?

     “Bir efsaneden yola çıkarak iz sürelim: Okuma-yazması olmayan Meksikalı devrimci Emiliano Zapata’ya, ‘Teksas’ta bir albay var. Senin gibi o da Meksikalıların hürriyeti için savaşıyor. Onunla işbirliği yapmalısın’ diye telkinde bulunmuşlar. Zapata hemen adamlarından birini yanına çağırıp ‘Teksas’a git, o albayı bul ve yüzüne bak. Eğer yüzünde meymenet varsa, kendisiyle işbirliği yapmak istediğimizi söyle’ demiş... Sanırım milletimizin ‘Tayyip’çiliği de böyle içgüdüsel bir tesbite dayanıyor: ‘Tayyip’in yüzüne baktı ve ‘Tamam, bu bizim adamımız!’ dedi.

     “Milletin tertemiz, saf, içten ‘Tayyip’ sevgisi gözlerimi yaşartıyor. ‘Tayyip’in millete duyduğu ve her vesile ile ilan ettiği coşkulu sevgi de gözlerimi yaşartıyor. Rasyonel izahı olmayan şiirsel bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Heyecan verici bir rüzgâr estiriyor ‘Tayyip’. Bu rüzgârın bize heyecandan başka bir şey getirip getirmeyeceği, bizi duygulandırmaktan başka bir işe yarayıp yaramayacağı,  ülkemizin yaralarına merhem olup olmayacağı ise henüz belli değil. Milletin sevgilisi şimdilik ‘Bu şarkı burada bitmez’ ve ‘Vallah seviyoruz, billah seviyoruz’ demekle iktifa ediyor. Yani aşıklık / maşukluk vasfını konuşturuyor sadece... ve şiir kaseti çıkartıyor. Önderlik vasfı daha ortada yok.

     “’Tayyip’in bir danışmanına ‘Böyle giderse “Bu şarkı burada bitsin!’ diye bir yazı yazacağım’ demiştim; çünkü milletin başına geçmeye talip olan bir zâtın, ona sevgisinden başka şeyler de sunması gerektiğini düşünüyorum. Üstad Sezai Karakoç, Diriliş Partisi’ni kurarken, milli savunma politikasından dış politikaya, ekonomiye yön verecek prensiplerden sanatçının konumuna, turistlerin ağırlanmasından hayvanat bahçelerinin ‘dizayn’ına kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve programa dökmüştü. Ülkemizin bütün yükünü omuzlarında hisseden her lider veya lider namzedi, bu yükün altından kalkmak için Sezai Bey gibi kafa patlatmaya mecburdur. Bütün hücreleri ile aktif olan bir beynin desteklemediği bir ruh, bu kahpe stratejiler dünyasında, Yemen’den Belgrad’a uzanan müthiş Osmanlı mirasının hakkını veremez.”

     Bu yazı fena halde eskidi.

     Siz, tam olarak ne yapması gerektiğini bilmeyen, fakat kendi şarkısını söylemekten asla vazgeçmemesi gerektiğini hisseden o “Tayyip” değilsiniz artık.

     Akıl hocalarınız size tam olarak ne yapmanız gerektiğini (!) iyice öğrettiler ve siz öğrendiklerinizi iyice özümseyerek ‘donanımlı’ bir siyasetçi haline geldiniz.

     Ne yazık ki bu süreçte hisleriniz köreldi.

     Kendi şarkınızı söyleme gereğini duymuyorsunuz artık.

     Ben o şarkıyı geliştirmenizi bekliyordum; Sezai Karakoç’tan feyz almanızı, öz medeniyetimizin ihyası üzerinde kafa yormanızı, tarihî birikimimizi günümüz şartlarında yeniden üretmek için gayret sarf etmenizi ve popülaritenizi bu yolda kullanmanızı umuyordum.

     Ne yazık ki siz “tek dişi kalmış canavar”ın yolunu tercih ettiniz,

     “Gelişen ve küreselleşen dünyada medeniyetin ve gelişmenin varoşlarında kalmamak, kenar mahalle üyesi olmamak için AB’ye girilmesi gerektiğini savunuyoruz” diyen siz misiniz gerçekten?

     Kenar mahalleden banliyöye taşınmayı marifet mi sayıyorsunuz?

     Size göre “medeniyet ve gelişme” bu ‘nüans’tan mı ibaret?

     Yıllarca İslamcılık yaptınız, Osmanlı’yı savundunuz, İslam Medeniyeti’nin dirilişini müjdelediniz ve şimdi, bunları ciddiye alanların yüzlerine tükürürcesine, Avrupa’dan başka sığınacak limanımızın kalmadığını söylüyorsunuz, öyle mi?

     Nereden vardınız bu sonuca?

     Hangi fikir çilesi, hangi araştırma, hangi etüt sizi AB kapılarına sürükledi?

     İslam ülkelerinin toparlanıp birleşemeyeceğine, önce bölgesel sonra bölgeler arası ittifakların kurulamayacağına, “Dicle-Fırat Federasyonu” gibi projelerin hayata geçirilemeyeceğine, İslam Medeniyeti’nin yeniden üretilemeyeceğine nerede, ne zaman ve nasıl kanaat getirdiniz ki, teslim bayrağını çekip Avrupa’ya boyun eğdiniz?... Üç yıl önce savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Suriye’nin bugün askeri işbirliği anlaşmaları imzalayacak kadar yakınlaşmış olması size ilham vermiyor mu?... Bütün İslam ülkelerinin aydınlarından -laik olanlarından bile- “ittihad” sloganlarının yükselmesini kayda değer bulmuyor musunuz?... İslam âlemindeki fikir hareketlerinden, beyin fırtınalarından, medeniyet kıvılcımlarından haberiniz yok mu?...  

     Özlemini çektiğiniz özgürlük ortamına AB bayrağı altında kavuşacağınızı söyleyen akıl hocalarınızın yanılıyor olabilecekleri; Brüksel diktatörlüğünün MGK’yi bile aratabileceği hiç aklınıza geldi mi?... Türkiye’deki oligarşiye karşı verilecek yerli ve hikmetli bir mücadelenin AB dayatmalarından daha sahici bir özgürlük rüzgarı estirebileceğini düşündünüz mü hiç?... “Ruhumuzu Avrupa’ya satmadan bu işin üstesinden gelmenin bir yolunu bulmalıyız” diye kafa yordunuz mu?...

     Hiç sanmıyorum.

     Kendi medeniyetinizi, kendi meselenizi, kendi şarkınızı ciddiye alsaydınız, “Gelişen ve küreselleşen dünyada medeniyetin ve gelişmenin varoşlarında kalmamak, kenar mahalle üyesi olmamak için AB’ye girilmesi gerektiğini savunuyoruz” gibi bir cümle kurmaz, metin yazarlarınızın bu gibi cümlelerine itibar etmezdiniz.

     Son söz: Akıl hocalarınızı birkaç saatliğine yanınızdan uzaklaştırıp, Sezai Karakoç’un Diriliş Yayınları’ndan çıkan yeni kitabını (“Çıkış Yolu 1 - Ülkemizin Geleceği”) okumanızı hararetle tavsiye ederim.

     Allah’ın selamı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun. (Gerçek Hayat 23.08.2002 - Sayı:96)

 


Yazara  Mesaj Gönder

Düşüncelerinizi yazarımız ile paylaşmak için: [email protected]

 
 
  http://www.sayhadergi.com © Copyright.2002. ÇınarWEB